Halkların Demokratik Partisi (HDP) Genel Başkanı Mithat Sancar ile ODTÜ Mezunları Derneği’nde Seçim Söyleşisi
19 Nisan 2023 Çarşamba günü Derneğimizde HDP Genel Başkanı Sayın Mithat Sancar’ı ağırladık. Söyleşide öne çıkan tartışma başlıkları doğrultusunda Mithat Sancar’ın görüşleri aşağıdadır:
Cumhurbaşkanı adayı belirleme süreci: Kürt sorununun demokratik çözümü için bizim, Kürtlerin her anlamda özgürlüklerini yerleştirmek gibi bir misyonumuz var. Bu durumda kendi yolumuzda yürüme hakkımızın olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Seçim sürecinde tartışmalarımızı bu çerçevede yürüttük, Emek ve Özgürlük İttifakı ile de tartışmalarımız oldu ve son tahlilde başlangıçta kendi adayımız ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılma kararı alarak 25 Ekim 2022’de kamuoyuna bu kararımızı açıkladık. Kendi adayımızı çıkarma çalışmalarımızı somut olarak başlattığımızı belirttik. Bu aday Emek ve Özgürlük İttifakının adayı olacaktı. Aday isimlerinin dahi tartışması başlamıştı ki, ülkenin gündemini bütünüyle sarsan son derece önemli bir felaket yaşandı. Esasen bilimsel açıdan yıllardır ispatlanmış olan bu doğal afetin, felakete dönüşmesinin temel nedeni bizim değiştirmeye kararlı olduğumuz mevcut bozuk sömürü ve talan düzenidir ve asıl sorumluları da mevcut iktidar, AKP ve MHP’dir. Deprem felaketinin tablosu bizim demokratik sorumluluk ve geleceğe karşı görevlerimiz çerçevesinde ayrı aday çıkarma kararımızı gözden geçirmeye bizi yöneltti. Hem kendi partimizin kurullarında hem İttifak tarafında ve hem de demokrasi güçleri olarak adlandırdığımız çeşitli çevrelerle yaptığımız istişarelerde ayrı aday çıkarmama kararına vardık ve sürecin yeniden değerlendirilmesi sonucu ayrı aday çıkarmamaya karar verdik ve bunu da Emek ve Özgürlük İttifakı olarak kabul ettik.
14 Mayıs Seçimlerinde HDP’nin politik stratejisi: Halkların Demokratik Partisi’nin bu seçimlerde 2 temel stratejik hedefi var:
Birincisi bu seçimlerde mevcut iktidarı göndermektir. Bu konuda en ufak bir tereddüdümüz yok. Bu konuda en açık, en net tutumu sergileyen tek siyasi parti olduğumuz inancındayız, politikalarımız son derece şeffaf ve en ufak bir ikirciklik içermiyor. Bunun için bedeller de ödüyoruz, iktidarı göndermek bizim stratejik politik hedefimizdir. Bu hedefle bağlantılı diğer stratejik hedefimiz mevcut düzeni değiştirmektir. İktidarı göndermek nispeten daha kolay, düzeni değiştirmek daha uzun bir yoldur, bunun farkındayız. Bu iktidarı gönderecek tutumu ortaya koymak adına ayrı aday çıkarmama kararını verdik, amacımız bu iktidara kaybettirmektir, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a kaybettirmektir.
Diğer stratejik hedefimiz bu düzeni değiştirecek yolu döşemektir. İşte şimdi birinci bölümle bağlantısını kurabilirsiniz, yani evet Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu iktidarın ve İttifakı olan Cumhur İttifakı’nın kaybetmesini hedefliyoruz, bunu sağlayacak gücümüz olduğuna inanıyoruz, bu toplumda değişim isteyen kesimlerin büyük bir çoğunluğu oluşturduğunu görüyoruz. Bugün demokratik dönüşüm arzusu ve özlemi toplumda oldukça geniş bir kabul görüyor, bizim tespitimiz bu. Eğer muhalefet tarafından ciddi hatalar yapılmazsa bu süreçte, Cumhurbaşkanlığı seçimini bize göre kazanmak hiç zor değil. Burada oy oranımızın belirleyici olduğu herkes tarafından biliniyor. Gücümüzü de, oy oranımızı da, siyasi etkimizi de herhangi bir pazarlık konusu yapmadan yürüyoruz. İlkeler ve politik hedefler çerçevesinde hareket ediyoruz. Örneğin bakanlık dağıtma tartışmaları bizim semtimize bile uğramıyor. Ancak burada iki husus var birbirinden ayrılması gereken. HDP’ye bakanlık verilmez diyenler eğer HDP’liler bakan olamaz, Kürtler yönetime ortak olamaz gibi bir düşünceyle hareket ediyor ve bunu kastediyorlarsa en net ve sert biçimde bu yaklaşımı reddediyoruz. Ne partimizi ne seçmenimizi ne de Kürt halkını incitmeye asla izin vermeyiz. Biz bu meselede herhangi bir pazarlığa girmedik zaten, yani biz bu süreci bu tür pazarlıklar üzerinden kuran bir anlayışa sahip değiliz. Fakat öte yandan bu pazarlıklarda politik-stratejik hedeflerimiz ilkelerimiz çerçevesinde bir tutumumuz elbette var.
Biz Türkiye’nin bütünlüğünün, Türkiye toplumunun bütün kesimleri, ezilenleri, sömürülenleri için bir demokratik görüşün güvencesi olduğumuzu söylüyoruz. Böyle iddiası olan bir siyasi partinin bu tür tartışmalara çekilmesinin ucuz manevralar ve hatta tuzaklar olduğunu anlamamak mümkün değil.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hangi adayı destekleyeceğimizden daha önemlisi, hangi adayı desteklemeyeceğimiz, yani kime kaybettireceğimiz nettir, zaten bunu son derece açık söylüyoruz. Hangi adayı destekleyeceğimizi de Bayramdan sonra resmi olarak yapacağız. Açıklayacağımız resmi görüş, Emek ve Özgürlük İttifakının tutumu olacaktır. Bu tutum aynı zamanda halka çağrı niteliğinde olacaktır. Bu şu demektir: Mevcut iktidara kaybettirirken demokratik görüşün güvencesiyle yaratılacak desteği de bütün halkımızdan bekliyoruz. Çünkü bize göre Millet İttifakı seçimi kazanırsa köklü bir demokratik dönüşüm gerçekleştirebilecek bir programa ve iradeye sahip değildir, elbette önemli bir adım olacaktır. Ancak beklenen asıl dönüşümü sağlayacak olan halkların kendi gücüdür. Türkiye’de ki bütün demokratları, devrimcileri, sosyalistleri, bütün ezilenleri ve dışlananları temsil edecek güçlü bir Parlamento şarttır.
Demokratik mücadelede kararlılık, demokratik siyasette ısrar: Bu ülkede en fazla saldırıya uğrayan siyasi parti biziz. Deniz Poyraz kardeşimiz katledildi, yoldaşımız katledildi. Parti ilçe binalarımız basıldı. Biz ısrarla her seferinde şunu vurguladık; demokratik siyasette ısrarcıyız, demokratik mücadelede kararlıyız. Bütün oynanan oyunları bu kararlılıkla boşa çıkardık. Eğer muhalefetin tamamı bu noktada bir irade ortaklığı oluşturabilirse her türlü oyun çok kolay boşa çıkartılır. Böylece en geniş güç birliğini seçimlerin ötesine de taşıyacak önemli bir potansiyel yaratılır. Ancak özellikle muhalefet tabanlı belli kesimlerinde hala bir korku iklimi hakim. Maalesef bu kaygılarla çokça karşılaşıyoruz bu süreçte. İktidarın oyları çalacağı, seçimi kaybetseler dahi gitmeyecekleri gibi endişelere karşın biz diyoruz ki bu düşüncelerin yayılmasını isteyen AKP/MHP iktidarı ve Cumhur İttifakıdır. Onlar bu korkuyu yerleştirmek için muhaliflerin kendi zaaflarını kullanıyorlar. Önemli yönetmenlerden olan Fassbinder’in “Korku Ruhu Kemirir” filmi korku ve ruh bağını işler, hangi şekilde olursa olsun korkuyu deneyimleyen herkesin ruhunda bir zedelenmenin oluşacağını vurgular. İktidar da bunu yaymak istiyor. Oysa bizler gücümüze güvenerek tam bir özgüvenle mücadele ruhumuzu sadece seçimi değil seçimden sonrasını düşünecek şekilde güçlendirmeliyiz. Her türlü tevatür, korku yayan senaryolar, çeşitli provokasyonlar olma ihtimali her zaman vardır, ancak bunları boşa çıkarmak zor değildir. Hatırlayalım, 2019 Yerel Seçimlerinde de aynı propagandalar yapıldı ve aynı oyunlar oynandı. Ama gördük ki, mücadelede kararlılık bütün o oyunları bozabiliyor.
Nasıl bir siyaset anlayışı: Bizler siyaseti müzakere zemini üzerine kuran bir anlayışı savunuyoruz. Toplumun bütün kesimleri arasında yaratılacak müzakere ortamı siyasetin temeli ve temel işlevi olmalıdır. Dolayısıyla müzakere yaklaşımı bu yeni süreçte de elbette bizim temel yaklaşımımız olacaktır. Millet İttifakının yayınladığı ortak belgeler var, tutum belgeleri, Anayasa değişikliği önerileri var. Bizlerin yayınladığı belgeler var. Bunların örtüşen ve ayrışan tarafları var. Müzakereye başladığımız zaman kendi tutumumuzu karşı tarafa dayatma gibi bir anlayışı bir kenara bırakmak zorundasınız. Ortak noktaya varmayı hedeflemelisiniz. Hiç şüphesiz bu ortak noktaya varma meselesi de herkesin kendi ilkelerini bir tarafa bırakması anlamına gelmiyor. O açıdan baktığımızda bizler bu iktidar değiştikten sonra Parlamentoda müzakere anlayışına dayalı ilişkileri en ileri noktaya taşımayı öngörüyoruz, bunu istiyoruz ve bunu hedefliyoruz. Tabii müzakerelerin gerçek anlamda bir işlevselliğe kavuşabilmesi için baskısız, özgürlükçü ortamlarda yürütülmesi gerekiyor. Bu açıdan özgürlükleri genişletmek de önemli, ön yargıları ve dışlama yaklaşımlarını bir kenara bırakmak önemli, masaya veya konuşmaya oturmak için bu yönde bir irade göstermek gerek. Biz bu iradeye sahibiz. Millet İttifakı’nda da bu irade olursa memnuniyetle müzakereye götürürüz. Eğer müzakere masa başında tıkanırsa veya Meclis çatısı altında ilerlemezse, toplumla müzakere zemini gerekir. Bu durum Parlamento ile toplumsal mücadele arasındaki bağın ne denli önemli olduğunu gösteriyor esasen.
Türkiye’nin yıkımına karşı duruş: Türkiye çok büyük yıkım yaşıyor. Bu iktidar talan politikalarını en pervasız şekilde yürütüyor. Sömürü yine bu neo-liberal düzenin en arsız uygulama biçimi ile birlikte en amansız noktaya gelmiş durumda. Rant yandaş ekonomisi bizi bu düzenin enkaz altında bıraktı. Akademik özgürlük kalmadı. On binlerce canımızı kaybettik depremde yine on binlerce hektar ormanımız yandı. Derelerimiz taştı, evler yıkıldı bunlar sadece görünen fiziksel yıkımlar. Bugün demokratik çöküş, demokrasi alanında da mevcut kırıntıların da bütünüyle yok edildiği, hukuk devleti adına hiçbir ilkenin kalmadığı bir düzen içerisindeyiz. Bu durumu Türkiye’de hiç kimse hak etmiyor. Bunun üstüne bir de gerçekten tamir zor bir ahlaksızlık düzeni, Bir ahlaki çöküş süreci yaratıldı. Şaşkınlıkla bunun nerelere kadar uzanabileceğine dair örnekler yaşıyoruz bazen. Dediğim gibi politik, ekonomik, toplumsal ve etik açıdan daha da dibe batmamak için stratejik hedeflerimize en başta bu iktidarı göndererek gerçekleştirmeye yürümeliyiz. Ben bunu başaracağımıza yürekten inanıyorum, bu ülkenin bütün demokratlarına, bütün iyi insanlarına güveniyorum. Üstelik siyaset bilimci ve bizzat siyasetçi olan birinin kötümserlik ve karamsarlık üzerine teori kurma hakkı yoktur, böyle bir lüksü de yoktur (Sancar, Tanıl Bora ile birlikte çevirdiği Jürgen Habermas’ın “Kamusallığın Yapısal Dönüşümü” kitabına atıf yaptı). Üstelik bu toplumda güçlü bir değişim iradesi ve bugünkü talan, yalan ve savaş düzenine son vermek isteği taşıyan çok geniş bir kesim var. Herkesin eşit ve özgür yaşayacağı, bütün kimliklerin özgürce kendini ifade edip kendi haklarıyla yaşamlarını sürdürebilecekleri demokratik bir cumhuriyeti inşa edecek günler çok yakındadır.
Özgürlükçü Demokratik bir Anayasa: Bizler Türkiye’de özgürlükçü demokratik bir Anayasa yapılmasını istiyoruz. Türkiye toplumunun çoğulcu yapısını, çok kültürlü yapısını dikkate alan bir Anayasa’ya, bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç olduğu inancındayız. Yeni başlangıç yeni toplumsal sözleşme içinde irade ortaya koymayı gerektirir. Yeni bir başlangıç değilde, şimdiye kadar uygulanan sistemi temelden değiştirmeden sadece tadilatlar yapmakla sınırlı bir politika izlerseniz, Türkiye 100 yıldır yaşadığı sürekli kısır döngülerden kurtulamaz. Kısır döngülerden kastımız; bir dönem geliyor Kürt sorunu ile ilgili bir açılım başlıyor, birdenbire iktidarlar çözüm için politikalar beyan ediyor, adımlar atıyor ama kısa süre sonra yine eski anlayışa yeniden dönülüyor.
Geçen yüzyılın 90’lı yıllarını hatırlayın, SHP-HEP iktidarını ve dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in meşhur sözlerini, ardından gelen o korkunç faili meçhuller dönemini. O dönemin Susurluk’ta simgelenen korkunç çöküşe nasıl yol açtığını da aklımızdan çıkarmayalım. Bu anlayış devam ettiği sürece bu kısır döngü devam edecektir. O dönem siyaset mafya bürokrasi iç içe dendi, korkunç suçlar ortaya döküldü. Aklınıza gelecek her türlü suçun işlendiği, işlenebildiği bir düzen vardı orada. Neyin arkasına saklanarak yapıldı bu durum? Kürt sorununda güvenlikçi anlayışın arkasına saklanarak yapıldı, o bahaneyle yapıldı, o anlayış kullanılarak yapıldı. Bugün dönüp dolaşıp geldiğimiz yer aynı anlayışın daha da ağırlaşmış bir şekilde uygulanması ve yarattığı sonuçlar; her alanda yıkım, her alanda çöküş. Biz Susurluk’un daha ötesinde bir suç imparatorluğunun oluşamayacağını düşünüyorken, şimdi içinde bulunduğumuz koşullar suç imparatorluğu tabirinin de yetmediği bir durumu ifade ediyor. Neye dayanıyor bütün bunlar, hep aynı kısır döngüye. Her kesim bu konularla cesur bir biçimde yüzleşmek durumundadır.
Şayet biz Cumhuriyet’in yeni yüzyılını gerçekten bu kısır döngüden kurtulacağımız bir 100 yıl olmasını istiyorsak, eşit yurttaşlığa dayalı ve en başta ana dil hakkı olmak üzere bütün kimlik haklarının güvence altına alındığı güvence altına alındığı yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. Ortak payda demokratik cumhuriyet olmalı.
Kısacası yeni başlangıç Anayasa gündeme geldiği ve özellikle ana dil, resmi dil, yurttaşlık tanımı sorulduğu için söylüyorum, yeni başlangıç Kürt sorununda demokratik çözüm olmadan mümkün değildir. Örneğin dünyada çok dilli eğitim yapan ülkelerin oranı %70’e yakındır. Bizim programımız belli, biz burada açık ve net olarak o kimlik haklarının, ana dil haklarının tüm yönleriyle tanınmasını savunuyoruz. Türkçenin resmi dil olmasına herhangi bir itirazımız yok ve karşıtlığımız yok. Ancak dil haklarının kurgulanmasında çeşitli problemler var bunları oturur tartışırız. En geniş toplumsal mutabakatla bir çözüm üretiriz, üretmeliyiz. Yeter ki tek kimliği dayatmak, başka kimlikleri inkar etmek yaklaşımının uzağında duralım. Bugün yaşanan Türkiye krizinin en derin noktaya ulaştığı yer, çözümün de yakın olduğu yerdir. Biliyoruz, gecenin en karanlık anı şafağın en yakın olduğu andır.
HDP, Türkiye’nin bütün bu sorunların çözüm yolunu açacak bir güç olarak var olmayı en büyük görev olarak koydu. Tüm Türkiye’yi kapsayan bir siyaset duruşuna ve Türkiye’nin bütün sorunlarını içiçe ele alan, çözümleri de birlikte düşünen bir yaklaşıma sahibiz. Türkiye’nin demokrasi sorununun çözümü Kürt sorununa, Kürt sorununun çözümü de demokrasiye bağlıdır. Ekoloji, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi vazgeçilmez değerler de bu yapının içinde birbirleriyle bağlantılıdır.
Ortadoğu Siyaseti: HDP Türk siyaset geleneğinin birikimini devralmış, ancak bununla beraber farklı modeli benimsemiş bir partidir. Alt emperyalizm konusunda partimizi yeterince kararlı ve tutarlı görmediğini iddia eden çevreler vardır, bu doğru değildir. Suriye’deki iç savaşın derinleşmemesi konusunda en başından beri Rojeva’daki güçler ve sonra oradaki halkların ortak duruşları, tutarlı bir çizgi izlediler. Ancak belli dönemlerde soykırıma, katliama karşı dönemsel ortaklıkların olması dünya tarihinde sayısız örnekle gösterilebilir. Şimdi Bosna’da soykırım devam ederken onu durdurun diye yapılan çağrılar uluslararası camiaya aitti. Doğrusu, açıkça göz göre göre bir soykırım, işit gibi bir korkunç, tarihin gördüğü en karanlık en kıyıcı örneğine karşı bir halkın ölüm kalım savaşı yürütülürken uluslararası koalisyonun buraya gelip destek vermesini emperyalizmle birleştirmek doğru olmaz. Bizim Orta Doğu için ve Türkiye için esas çözüm olarak gördüğümüz şey halkların ortak mücadelesi ve bütün emperyalist güçlerin bu mücadele ve irade ile bölgede etkili olmasının önlenmesidir. Bölgedeki bütün sol sosyalist demokrat partilerle ilişkilerimiz var. Kendilerini toplantılarda yapıyoruz. Hep aynı çağrı yapıyoruz. Hakların ortak iradesi ve güç birliği olmazsa çözüm dış güçlerin ve emperyalist güçlerin kendi çıkarlarına göre durumu değerlendirmesine neden olur. Türkiye için olduğu gibi Ortadoğu’da da her yerde esas olan bizim için halkların ortak mücadelesidir. Bu ortak mücadeleyi sağlama konusunda ne kadar çok mesafe alınırsa, ülkede tüm bu güçlerin etkisini azaltmak o kadar mümkün olur.
Seçim güvenliği: Bizler Yeşil Sol Parti (YSP) listelerinde seçimlere gireceğiz. YSP’nin seçim sandık kurulunda üye bulundurma hakkı yok, ama on binlerce tecrübeli çalışanımız var. On binlerce eğitilmiş müşahidimiz var. Muhalefet partilerine bizzat başkanlarla görüşerek bundan bir buçuk-iki yıl önce seçim güvenliğine dair ortak bir çalışma planını sunmuştuk. Seçim güvenliği için ortak çalışmak zorunludur. Bunu Partimize karşı kapatma davası açıldığında çok açık söyledik, bugünleri görerek söyledik. HDP’nin kapatılması halinde seçim sandık kurulu üyesi veremeyecek, kapatılmazsa seçim arifesine bırakılırsa biz HDP ile seçime giremeyeceğiz yine veremeyeceğiz. Tamamen seçim güvenliğine odaklanmış bir ortak çalışma önerdik. Ama maalesef iktidarın kurduğu oyun sahasının dışına çıkmakta zorlanan ve karar alamayan bir muhalefet güruhu ile karşı karşıya kaldık. Esasen bu iktidarın en büyük başarısı muhalefeti kendi oyun sahasında tutmayı becermesidir. Şimdilerde Millet İttifakı oyun sahasının sınırlarını zorlamaya başladı bu durumu olumlu bir gelişme olarak görüyoruz. Daha erken olsa daha çok yol almış olurduk ama hiçbir şey için geç değildir, bugün ortaya çıkan tablo olumludur. Biz bu tablonun oluşmasında her türlü fiziksel ve zihinsel emeği harcadığımızı da açıkça söylemeyi hak görüyoruz. Partimizin tüm emekçileri ile gurur duyuyoruz. Seçim güvenliği meselesi; ortak çalışma, iyi organizasyon ve tedbir güvenliği meselesidir. Bu üç unsuru birleştirirsek seçimlerde hile ihtimalini en aza indiririz. Güçlerimizi birleştirirsek birinci turda Cumhurbaşkanlığı seçiminde açık fark yaratma imkanı çok güçlüdür, hiçbir hile o farkı kapatamaz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması halinde mevcut enkazın çok daha büyük bir çöküşü yaratacağını öngördük ve seçimin birinci turda bitmesine yönelik hamlemizi böylece yaptık.
Milletvekili aday belirleme stratejisi: Partimizde bu konuda iki dönem kuralı var ve prensip olarak görevdeki eş başkanlar dışında esnetilmiyor. Görevdeki eş başkanların partinin başında seçime gitmesi gerektiği bir pratik zorunluluk olarak karşılanıyor. Bunun dışında kuralın esnetildiği durumlar çok nadirdir. Bu seçimde de iki dönem kuralı uygulandı. Ancak günün koşullarına göre, örneğin bizim şimdiye kadar milletvekili çıkaramadığımız ama çıkarma gücümüzün epey yüksek olduğu illerde bazı istisnalara gidildi, iki kez milletvekili olmuş tecrübeli arkadaşlarımız için bu illerde aday gösterilmeleri makul bulundu.
İlk yorum yapan olun